Airbnb Evlerinde Kalmanın Başka Bir Kültürü Tanımayı Kolaylaştırması
tanımadığımız insanların evleri!
seyahatlerde otellerde mi kalmalı, airbnb evlerinde mi?
parası olan ekseriyetle otellerde kalıyor. olmayan ise, airbnb, couchsurfing gibi daha maliyetsiz çözümlere başvuruyor. ancak konaklama konusunda önemli olan sadece maliyet değil.
seyahatten amaç yeni kültürler tanımaksa, yerel halktan insanların evlerinde kalmak da gayet bilgilendirici bir tecrübe olabilir. bir başka deyişle, yeni kültürler tanımak, sadece farklı ülkelerin sokaklarında dolaşmakla ilgili bir şey değil.
bizi dünyanın istediğimiz yerine birkaç saatliğine ışınlayabilen bir cihaza sahip olduğumuzu düşünelim. her gün ayrı bir ülkeye gitmemiz ve bu ülkenin sokaklarında sadece birkaç saatliğine gözlemlerde bulunmamız durumunda, 200 gün sonra dünyanın hemen her köşesi hakkında (kabaca dahi olsa) epey fikir edinmiş oluruz. ne var ki, hayat sadece caddelerde, sokaklarda yaşanıyor değil...
caddeler ve sokaklar, hayatın sadece bir kısmını yansıtır
şehir merkezlerindeki restoranlar, kafeler, alışveriş merkezleri, hediyelik eşya dükkanları, müzeler ve diğer atraksiyonlar ilgili ülkedeki hayatın daha canlı ve steril bir yönüne karşılık gelir. yabancı gözler için, bu hayat (özellikle salzburg, venedik gibi turistik yerlerde) epey yanıltıcı olabilir. buralarda dolaştıktan sonra geceleri holiday ınn'e, sonra da havaalanına giden bir insanın güzel vakit geçirmesi kuvvetle muhtemel olsa da, ziyaret ettiği ülkeyi gerçekten tanıması zordur.
bu türden sıradan bir turistik gezinin ötesine geçme adına yapılabilecek en basit şeylerden biri, airbnb evlerinde kalmak.
az önceki düşünce deneyine yeniden dönelim... cihaz bu sefer bizi dünyanın herhangi bir ülkesindeki orta halli bir eve ışınlasın. evde yemek hazırlayalım. yemek yerken bir yandan televizyonda anlamadığımız dilde yayın yapan kanalları gezelim. tuvaleti, banyoyu kullanalım. mobilyalara, duvardaki tablolara, buzdolabının üzerindeki magnetlere, fotoğraflara bakalım. yatalım, kalkalım. şayet evdeyse, ev sahibi ile sohbet edelim. ardından başka bir eve ışınlanalım... bir insan bu şekilde 200 ülkede, birbirinden çok farklı 200 evde vakit geçirirse, ilgili ülkelerin tek bir caddesine dahi adım atmasa bile çok şey öğrenmez mi?
birbirinin kopyası otellere ışınlanan bir insana göre çok daha fazla şey öğreneceği ve ziyaret ettiği ülkeye çok daha fazla nüfuz edeceği herhalde muhakkaktır.
kalkınma konulu derslerde öğrencilere mutlaka izlettiğim 12 dakikalık bir ted konuşması var. konuşmacı anna rosling rönnlund, dünyanın farklı yerlerindeki 50 ülkedeki 264 evin belli noktalarını fotoğraflayarak oluşturdukları dev bir fotoğraf arşivinden söz ediyor.
her evin kapısının, yatak odasının, mutfağının, tuvaletinin ve sair yerlerinin fotoğraflanmasını temin eden araştırmacılar, bu fotoğrafları ülke ve gelir seviyesi gibi temel verilerle birlikte sisteme yüklüyorlar. halka da açılan veri tabanı, enteresan bir gerçek ortaya çıkarıyor: yüksek gelirli insanlar, yaşadıkları ülkeler kültür ve gelişmişlik açısından çok farklı noktalarda olsa dahi, birbirine çok benzeyen evlerde yaşıyorlar. örneğin, yıllık geliri 50,000 dolar civarında olan isveçli bir ailenin evi, aynı gelir seviyesindeki hindistanlı ya da perulu bir aileninkinden çok farklı değil.
farklılık, daha düşük gelir seviyelerine indikçe artıyor ve yokluk içinde yaşayan insanlara gelindiğinde zirveye çıkıyor. yani dünyanın öbür ucuna da gitsek, yüksek gelir seviyesindeki insanlarla vakit geçirdiğimizde, onlarla aynı uçaklara binip, aynı otellerde kaldığımızda, ziyaret ettiğimiz topluma olan aşinalığımız da hep o seviye ile sınırlı oluyor.