1890'da Japonya'da 500'den Fazla Kişinin Ölümüne Sebep Olan Korkunç Kaza: Ertuğrul Faciası
1887 yılında bir savaş gemisiyle istanbul'u ziyaret eden japon imparatorunun yeğenine, iade-i ziyaret baabında bir sefer düzenlenmesi kararı alınmıştır. bu ziyarette japon mikadosuna, osmanlı devlet nişanı ve yanında diğer bir takım hediyeler götürülecektir. bu çalışmalar sürerken, eldeki vasıtalar üzerinde teker teker düşünülmeye başlanır. türk donanmasına bağlı fırkateynlerden büyük bir çoğunluğu ingiliz, geri kalan kısmı da fransız yapımı olup, sadece kömür ve buhar gücüyle çalışmaktaydı. fakat bu ziyaretin bir "türk" gemisiyle yapılması konusunda, o dönemin bahriye nazırının ısrarları sürmekteydi. bu zorlu görev için seçilen, tecrübeli ve cesur denizci kaptan ali bey, bahriye nazırının emri üzerine, makamına çağrılır. kaptan ali bey ve bahriye nazırı arasında geçen konuşmalarda, seferin kazanlı bir gemiyle yapılması üzerine konuşulur fakat istanbul'dan japonya'ya kadar uzanacak bu zorlu ve uzun yolculuğun neticelenmesini sağlayacak kömür miktarını karşılayacak ne para vardır, ne de rezerv. bu yüzden bahriye nazırı şöyle emreder;
"yanaşacağınız limanlara gelmeden önce kazana üç beş kömür atar, bacasını tüttürür, öyle yanaşırsınız. liman, gözden kaybolduğunda da yelkenleri açar, açık denizlerde rüzgarla seyredersiniz."
kaptan ali bey'in yüzünde beliren şaşkın ifade üzerine bahriye nazırı konuşmasına devam eder;
"bu yolculuğun masraflarını karşılamamız mümkün değildir. elimizdeki diğer gemiler sadece kazanlıdır. sefer için en ideal olan gemimiz, hem yelkenli hem de kazanlı olan ertuğrul'dur. ayrıca kendisi haliç tersanesi'ndeki maharetli türk işçilerin elinden çıkmış, öz be öz bir türk gemisidir..''
ertuğrul fırkateyni'nin harap ve bitap durumunu bilen kaptan ali bey, derhal haliç tersanesi'ne gider ve bu zorlu sefer için bir teknik ekip arayışlarına başlar. öyle ya, nereden baksan 3 ay sürecek bu yolculuğu, bu yorgun delikanlıyla bitirmek, zaten başlı başına zor bir görevdir.
tersane çalışanlarına yönelttiği sefer teklifine, aklına bile gelmeyecek bir karşılık almıştır kaptan ali bey. tersanenin neredeyse tamamı, bu zorlu yolculukta ertuğrul fırkateyni'nin içinde ve kaptal ali bey'in komutası altında olmaya, tabiri caizse "dünden razı"dır. yüzlerce işçi arasından 40 tane teknisyen seçer ve ertuğrul 1889 yılında, haliç sularından yelken alır...
zorlu geçeceği önceden de belli olan sefer için tahmin edilen varış süresi ortalama 2-3 aydır. fakat ertuğrul fırkateyni, tamı tamına 11 ay sonra, 7 haziran 1890 günü yokohama limanı'na varabilmiştir. hatta öyle ki; bu yolculuk sırasında albay osman bey bir terfi alarak, amiral rütbesine yükselmiştir.
1890 günü, japonya'nın yokohama limanında türkler, halk tarafından büyük bir coşku ve misafirperverlikle karşılanır. bu arada mürettebat, getirilen hediyelerin nakliyesine başlayıp, japon imparatoruna ulaştırmak için gerekli hazırlıkları yapmakta ve osaka'ya doğru yol almaya hazırlanmaktadır. fırkateyni karşılayan heyetin başkanı ve kaptan ali bey, tam bu sırada hararetli bir konuşmaya dalar. heyet başkanı;
"geminizin hali bitap. bu şekilde geri dönmenize izin veremeyiz. yılın bu mevsiminde, balıkçı teknelerinin bile kıyıdan açılmasına izin vermiyoruz. fırtına, günden güne daha da tehlikeli bir hal almaya başlıyor. gerekirse bir gemimizi size verebiliriz geri dönüş yolunda kullanmanız için."
türklük gururu ağır basan kaptan ali bey "kendi gemimizle geldik, kendi gemimizle döneceğiz" der ve noktayı koyar. misafirperverlikleriyle meşhur japon heyet başkanı da "madem kendi geminizle döneceksiniz, 3-4 ay misafirimiz olun burada. fırtınaların dinmesini bekler, bu arada da geminizi bakıma alır, eski haline getiririz" der. mürettebat, aradan geçen 1-2 aylık bu süre zarfında japonya'nın farklı yerlerinde bando eşliğinde konserler verir. günlerden bir gün kaptan ali bey "e memlekettekiler bekler" mazaretini öne sürerek yola koyulacağının sinyallerini verir. bu kararı, mürettebat arasında şaşkınlıkla karşılanır ve anlık tepkilere neden olur. çünkü geminin restorasyon çalışmaları tam anlamıyla tamamlanmamış, ön görülen 3-4 aylık süreç tamamlanmamıştır. fakat ali bey, net bir tavırla "yarın bu gemi bu limandan demir alacak. isteyenler burada kalabilir, kimseye darılmayacağıma emin olabilirsiniz" der.
ertesi gün limana geldiğinde karşılaştığı manzaraya kendisi de oldukça şaşırmıştır. yaklaşık 600 kişilik mürettebat, bir fiil gemidedir ve yola koyulmaya hazırdır. ve 15 eylül 1890 sabahı ertuğrul, yokohama limanından ayrılır...
zorlu dönüş yolculuğunun hemen başında, 16 eylül 1890 günü bıçkın delikanlı ertuğrul, oldukça sert bir kasırgaya yakalanır. gövdesine bağlı üç adet direğinden ikisi çatlamaya başlayan ve yavaş yavaş su almaya başlayan fırkateynin kaptanı kaptan ali bey, güvertenin altında mürettebata, yolun sonuna geldiklerini, hepsinin gerçek birer türk denizcisi olduklarını söyler ve tam bu sırada kaptan köşkünden koşarak gelen yardımcısı onu hemen yukarı çağırır. kaptan köşküne çıktığında gördüğü taş yapı karşısında heyecanını saklayamayan kaptan ali bey, güverteye bağırır;
"hemen, ne var ne yoksa kazanlara atın ve yakın! birkaç mil ötede bir deniz feneri var. tam yol ileri..."
mürettebat, ellerinde ne varsa; masa, sandalye, japonya'dan istanbul'daki ailelerine aldıkları kumaşlar, hediyeler, parmaklarının kırılma ve tırnakları kopma ihtimaline rağmen güverteden söktükleri tahtalarla kazandaki alevi besler ve kaptanlarının istediği gücü sağlarlar. dalgaları yırtarak japon denizlerinde süzülen ertuğrul, artık talihsiz bir dönemeçtedir. kabaran dalgaların altından beliren kayaları gördüklerinde, artık her şey için çok geçtir. zaten halsiz düşen ertuğrul, rüzgarlı bir eylül günü kayalıklara çakılarak, 500'ü aşkın mürettebatıyla sulara gömülür... bu, onun son seferi olmuştur.
okyanusun kıyısındaki bir kasabaya sığınan ve hayatta kalan 60 civarındaki mürettebat, deniz fenerinin kapısını çalar. sırılsıklam olmuşlardır ve neredeyse donarak ölmek üzeredirler. onları bu halde gören kushimoto köyünün halkı 60 denizciyi, vücut ısılarıyla hayata bağlamak için üzerlerindekileri çıkarır ve onlara sarılırlar. bir türk denizcisi ve bir japon taşralısının vücut ölçüleri göz önüne alındığında, anlatılanlara göre bir denizciyi ısıtmak için üç japon sarılmıştır ona.
kushimoto halkı o türk denizcileri öyle benimsemiş, öyle sevmiştir ki, aradan geçen 50-60 seneden sonra bile oraya giden türk gazetecilerin gördükleri manzara tüylerini ürpertmeye ve gözlerini yaşartmaya yetmiş ve de artmıştır. japonya'ya bağlı bir adada bulunan kushimoto köyünün sakinleri arasında elifler, leylalar, fatmalar, aliler, kemaller... evet, isimleri türk isimleridir. nedeni de şudur ki; kushimoto'nun yerlileri o seneden sonra yaklaşık 20 yıl boyunca, yeni doğan çocuklarının isimlerini, ya ölen denizcilerden, ya da ölen denizcilerin eşlerinden seçmişler ve koymuşlardır. 60 türk denizcisine sahip çıkan kushimoto halkı, ölen 500'ü aşkın mürettebatı da unutmadıklarını göstermiştir.
tahmin edeceksiniz ki, o alilerden biri de kaptan ali bey'dir ve kendisi bu kazada hayatını kaybetmiştir. fakat onun yolunu, osmanlı topraklarında gözleyen bir de eşi vardır. ve de çocukları... kaptan ali bey'in geri gelmeyişinden sonra ailesi, tıpkı evlerinin direği ali bey gibi sefalet denizin engin dalgaları arasında boy vermekte ve giderek batmaktadırlar. daha önce yaşadıkları evlerinden çıkmak zorunda kalmışlardır. sonrasında yerleştikleri ev ise yangında, yanıp kül olmuştur. yıkık dökük bir barakada hayatlarını idame ettiren aileye, konu komşu aralarında topladıkları üç beş kuruşla destek olmak için kapılarını çalar ve "aramızda bir şeyler denkleştirdik, buyurun" der. ayşe hanım;
"hayır, bunu kabul edemem. benim hazinem var, o paralara ihtiyacım yok sağ olun" diye cevap verir. "e be kadın, deli misin?! madem var niye bu barakada kalıyorsunuz?". koşar adımlarla içeri odaya giden ayşe hanım, boğçasının içinden çıkardığı kumaş ruloyu getirir ve gösterir. içerisinde tam 32 adet mektup vardır. kaptan ali bey'in, japonya'ya giderken durdukları 32 farklı limandan yolladığı 32 farklı mektup...
o yıkık dökük barakada hayata tutunmaya çalışan ve çalışkanlığıyla giderek göze çarpan bir isim vardır ki, tıpkı babasının söylediği gibi "bu gemi güvertenin üstünde rüzgar, altında ise emeğin gücüyle çıkacak bu sefere" sözünden kuvvet alıp, bu ülkenin kalkınmasının ancak ve ancak halkın eğitilmesi ve üretime katılmasıyla gerçekleşeceğini savunur. neticesinde, türkiye'deki ilk köy enstitülerini açar. ve bu isim, türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük kalemlerinden biri can yücel'in babası olan hasan ali yücel'den bir başkası değildir.