10 Yıl ABD'de Yaşayıp 2.5 Yıllığına Türkiye'ye Dönen Birinin Düşündürücü Gözlemleri
pandemi ortasında, daha yeni aşılar çıkmak üzereyken amerika’dan türkiye’ye ailecek tasındık. iki buçuk yıl kaldık. şimdi tekrar amerika’ya geri döndük.
amerika’da yaşayıp türkiye’ye dönmeyi veya uzun süre kalmayı düşünenler varsa, hazır bu tecrübeyi yaşamışken amerika’lı türklere faydalı olmak açısından, unutmadan, paylaşayım istedim. (sizin gitmenize gerek yok, ben gittim, yaşadım geldim.)
önce başıma gelenlerden bahsedeyim
bazı üzerinde durduğum noktalar türkiye’de yaşayanlar için normal veya gündelik hayatın akışı olabilir ve ne var bunda diye düşünebilirler ama tekraren bu yazıyı amerika’da yaşayan türkiye’lilere hitaben yazıyorum.
türkiye’ye taşındıktan sonra tl değer kaybetmeye (dolar yükselmeye), ekonomi allak bullak olmaya başladı. ev fiyatları ikiye katlandı ve sürekli artmaya devam etti. bunu gören ev sahipleri satış pozisyonuna geçti. evde istediğin kadar otur diyen ev sahibi 1 sene 1 ay sonra evi satışa çıkardı ve taşınmak zorunda kaldık. 2. kez emlakçı parası ödedik ve yeni bir eve geçtik. 1 sene dolmadan bu ev sahibi de evi satışa çıkardı ve kontrat biter bitmez tekrar yeni bir eve taşındık. hal böyle olunca hayat düzeniniz bozuluyor. ev okul iş düzeniniz kayboluyor. dolayısı ile ekonomide istikrarsızlık günlük hayatınızı darma duman ediyor. bu fiyat artışlarından daha ziyade bir şey.
ilk kaldığımız ev yeni yapılan bir bina olduğu için, sloganı ‘değerli hissettirir’ olan türk telekom ilk günden başvurmama rağmen ben taşındıktan 6 ay sonra, toplamda 1.5-2 yıl sonra, kocaeli ızmit gibi bir yerde, binaya internet getirebildi. ekipler sürekli çalışıyordu. ev interneti olmadığı için turkcell vinn kullanmakta idim ilk bir yıl boyunca. hayır, ilk 3 ay boyunca aslında. çünkü bir gün uyandım ve modem çalışmamaya başladı. sonradan öğrendim ki evden çıkmadan soyulmuşuz. modemim imeı'si kopyalanmış başka bir cihaza ve bizimkisi kullanım dışı kalmış. servisin çözmesi gerektiğini söylediler. aynı cihaz 5 kez aynı sebepten aynı servise kargo ile gitti geldi. her seferinde hiçbir şey yapmadılar. cihaz çöp oldu. evden çıkmadan kapkaça maruz kaldık. bunu mümkün kılan topluma veya toplum düzenine, olmayan toplum düzenine hayran kaldım. aynı türk telekom’un sahte sloganındaki gibi değerli hissettim. amerika’da neden aynısı olmuyordu acaba? neyse.
amerika’da bir göçmen olarak aksandan dolayı yeni tanıştığım kişiler neredensin? diye sorarlar ve bunu normal karşılıyorum. komik olan, türkiye’de de aynısının olmasıydı. yeni tanıştığım kişiler yine aksandan dolayı nerelisin veya neredensin? diye sorarlardı. yani, çifte kavrulmuş bir göçmenlik durumu. artık, gittiğim her yerde bir göçmen olmak gibi bir durum var. uzun zaman başka bir ülkede yaşadıktan sonra türkiye’deki yaşama, insanlara karşı bir yabancılaşma oluyor. alışıklık kayboluyor. amerika'daki insanların hal ve tavırları benim için daha tanıdık ve alışık olduğum şekilde diyebilirim. sizin de başınıza gelebilir.
iş başvuruları yaptığım milyon dolarlık şirketler araştırma-geliştirme pozisyonu için çok düşük maaşlar teklif ettiler. bu nedenle iş bulamadım diyebilirim, mülakatları başarı ile geçmeme rağmen. koskoca şirketlerin şirketi ileri taşıyacak bu seviyedeki çalışanlarına verdikleri maaşlar beni şaşırtmıştı. yani şirketi ileri taşıyacak kişileri tatmin etmezseniz, onlardan ne bekleyebilirsiniz?
özel veya devlette çalışan ve çok güzel işlere sahip, doktoralı hiçbir arkadaşın maaş dışında, iş düzeni, yapılan işin kalitesi açısından da memnun olduklarını görmedim. bu açıdan türkiye’de bir şirkette çalışmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. çünkü, bir bilim adamı olarak, bir şirkette sırf yıllardır orada olduğu için sözü geçen birilerinin olduğu ortamda çalışmak tam bir işkence olurdu.
pandemi zamanı biliyorsunuz insan insana temasın azaltıldığı bir zaman dilimi idi. vestel’den çamaşır ve kurtuma makinesi aldık ve alırken üst üste monte edilmesini istedik. servis telefonda gelmeden bir gün önce aradığında, onlara da üst üste monte edileceğini söyledim. makineler geldi, üst üste konması için gereken aparat gelmediği için kutuları bırakıp gittiler. birkaç gün sonra veya diğer hafta aparatla geldiler. bu sefer de bizim makineye uygun olmayan aparat getirdikleri için daha sonra tekrar gelmeleri gerekti. teması azaltmaya çalıştıkları dönemde bir iş için üç kez teknik servis gelip gitti.
türkiye’de halen günlük hayat kaos üzerinden ilerliyor
trafikte, okulda, özel hastanede düzen yok. randevu alıp gittiğim devlet dairesinde 1 saat bekleyip işimi halledebiliyorum. benimle birlikte en az bir saat bekleyen 50 kişinin iş kaybı maliyetini düşünün. 50 kişinin en az bir saatten 50 saatlik toplam üretkenliği ziyan edildi (buna insanların zamanını ziyan eden tüm özel ve devlet kurumlarını dahil edebilirsiniz).
trafikte ve günlük hayatta insanlar çok yanlış ve bencil hareketleri çok rahatlıkla yapabiliyorlar.
çocukların gittiği özel okulda, okulun araba park alanında bir düzen kurmadığı veya kuramadığı görülüyor. veliler arabaları ile nereye kadar gelebilir, hangi hizada park edebilir vb. hiçbir kural yok. malum amerika’daki gibi etrafta hareket halinde yaya varken arabanın durması, beklemesi gibi bir kural da yok. dolayısı ile bir özel okul bahçesinde çocuğunuza araba çarpması çok yüksek bir ihtimal.
bunun bir sebebi de velilerin ya da daha genel olarak türkiye’de insanların kural istememesi, kurala uymak ve ne yapması gerektiğinin söylenmesini (aynı iş daha iyi nasıl yapılabilir) istememesi gibi geliyor bana. tabii ki, kuralların herkese aynı şekilde uygulanması gerekir. ayrıca, toplumun kurallara inanması gerekir. ama pandemi döneminde de görüldüğü gibi devlet içimizdekilerin en akıllısı olarak en isabetli kararları almasını beklediğimiz kişi değil, olamıyor bir türlü.
türk malı ürünler kaliteli midir? eğer değilse bu, sadece malların kalitesi ile mi alakalıdır yoksa bu malları yapan insanların kalitesini de gösterir mi? ahlakı yüksek bir toplum (ortalama, bireyler değil) ucuz, adi ve kalitesiz ürün ve hizmetler üretir mi?
süpermarketteki kasiyerlerin hepsi üniversite mezunu (ülkedeki eğitim seviyesi o derece yüksek), esnafa sözünüz parayı verene kadar geçiyor, halen. müşteri hizmetlerinin ne olduğu bilinmiyor. yeterince rekabet yok, bize mahkumsun ve işine gelirse diye bir bakış açısı var.
tv haberlerinde, her ay veya her öteki ay tekrarlayan haberler var. sürekli aynı haberleri izliyorsunuz, sürekli bir dejavu hali. mesela, genç kadınlar sürekli balkondan düşüyorlar, eşleri veya çoğunlukla erkek arkadaşları veya eski erkek arkadaşları evin içinde iken.
birkaç yaşındaki bebekler veya çocuklar ‘annelerinin dalgınlığı’ sebebi ile hep balkondan veya camdan düşüyorlar. buradaki ‘annelerin dalgınlığı’ ifadesi zeka geriliği yaşayan medyaya ait. vatandaşının güvenliği için gerekli düzenlemeleri yapmayan veya uygulayamayan devlet veya belediyeyi suçlayacak halleri yoktu ya, tabii ki zayıf olan bireyleri suçlayan bir dil kullanacaklardı. amerika’da hiç duyulmayan haberlerden.
bir de sürekli apartman boşluğunda, çöpte bulunan yeni doğmuş bebek cesetleri var. bence türkiye’de de kürtaj veya doğmamış bebeklerin öldürülmemesi konusunda farkındalık yaratan ilanlar, reklamlar olmalı. aynen amerika’daki gibi. çünkü artık bu bir ihtiyaç. evlilik dışı ilişkiler çok yaygın ve hamile kalan ve terk edilen kadınların bebeklerden kurtulması gerekiyor.
alenen işlenen kadın cinayetleri haftalık haberlerden ve buna şaşırmıyorsunuz. beni şaşırtan türkiye’de kadınların, amerika’da veya başka bir gelişmiş ülkede olduğu gibi erkeklerle evlilik dışı bir ilişki yaşayabileceklerini düşünmeleri. özellikle, polisin/güvenliğin olmadığı bir ülkede, kadınların erkek arkadaşlarının olması bana çok cesurca geliyor. dolayısı ile, eski erkek arkadaş cinayeti çok yaygın.
türkiye maalesef çok çirkin. evler, sokaklar, caddeler estetik yoksunu. huzurla yürümekten keyif alacağınız sokaklar yok. sınırlı kurtarılmış bölgeler var, mesela benim de kısa bir süre yaşamak şansını bulduğum sapanca’nın bazı yerleri gibi. türkiye’nin coğrafyası, denizi ormanı güzel ama bu coğrafya üzerine inşa edilenler çok çirkin. yürüyene huzur veren kaç cadde veya sokak var? bir çuval inciri berbat etmek diye bir deyimimiz var, bu tam da buraya oturuyor. sayemizde mındar olan bir coğrafya. bilmiyorum hangi ingiliz oyunu, ya da dış minnaklar bu ülkeyi bu kadar çirkin hale getirdiler.
örneğin türkiye’ye en yeni bilimsel cihazları ve teknik ekipmanı getirseniz dahi yatmaya ayarlı ve bilimsel olarak hiç kayda değer olmayan işlerle yayın yapan veya hiç yapmayan, yatan akademik kadronun elinden yine dünya çapında işler çıkmayacaktır.
en yeni ve kaliteli arabaları getirseniz dahi kazalar azalmayacaktır.
türkiye’de kaza sebebi olarak yanlış veya güvenliksiz inşa edilen yolların da araştırılması gerekiyor. yani ben çok defa karayolları veya belediye kim yaptı ise kendimi onlara küfreder buldum yaptıkları yoldan, trafik düzeninden dolayı. suçlu her zaman sürücüler değil.
sürücüler demişken, türkiye terörü bitirebilir, ay’a insan indirebilir, evet, ama taksici sorununu çözebilir mi derseniz, emin değilim derim.
dolayısı ile mesele para, coğrafya, imkan meselesi değil, insan meselesi. mindset meselesi. bu da harika birkaç insanımızdan değil, toplumun ortalama zihin yapısı, bakış açısı ve kültüründen geliyor. buraya katkı yapmak lazım.
türkiye’de yaşamak gibi niyeti olan amerikalı arkadaşlara tavsiyem; sistem dışı kalmalarıdır mümkün olduğunca. diğer türlüsü pek mümkün değil. yani, bir türk şirketinde çalışmazsanız, çocuğunuz okula türkiye’de gitmiyorsa (özel veya devlet fark etmeksizin) ve kendi eviniz varsa türkiye yaşanabilir bir yer. online olarak çocuğunuz okula amerika’dan devam edebilir. türkiye’de eğitim kalitesi düşük veya sunulana karşı istenen ücret çok aşırı fazla. bir kiracı olarak amerika’daki gibi aynı evde istediğiniz kadar 5-10 sene oturmak gibi bir durum pek normal veya mümkün değil, ekonomik istikrarsızlıktan dolayı.
sonuç olarak
türkiye’de en çok fark ettiğim şey amerika’daki ‘mindset’ kelimesinin ne kadar önemli olduğu idi. yani zihniyet meselesi en önemli olan ve burada eksiklik var. halkın zihnini değiştirmeye çalışan, mindset oluşturmaya çalışan çok az insan var. koca ülkede, elde sadece bir tane ‘ilber’ bir tane ‘celal’ olmasının garabetini fark etmek gerekiyor. neden onlarcası, yüzlercesi yok diye düşünmek lazım. bir çölü andırıyor.
geri kalmışlık, para veya teknolojik imkanlarla ilgili değil, zihniyetle alakalı bir durummuş.
türkiye’den ayrılırken, üzüldüğüm nokta kurallara uyan, kendisi ve toplumdaki diğer insanlar için en iyisini isteyen, neyin nasıl olması gerektiğini bilen iyi insanların yaşamaya mahkum oldukları zorlu hayat oldu. ve ben, ikinci kez türkiye’den göçmek zorunda kaldım.
not: okuduğunuz için teşekkürler. eleştiriyorsak sevdiğimiz içindir, bir oryantalist gibi anlaşılmak istemem.